TMK 229 Maddesi: Felsefi Bir Bakış Açısıyla İnsanlık, Etik ve Gerçeklik
Giriş: Gerçeklik ve İnsanlık Arasında Sıkışan Hukuk
Bir düşünür, “Gerçeklik nedir?” diye sorduğunda, bu soru hiç de basit bir şekilde yanıtlanamaz. Gerçeklik, çoğu zaman sadece ne olduğuna dair bir açıklama yapmanın ötesine geçer; o, aynı zamanda bizim onu nasıl algıladığımız, ne şekilde yorumladığımız, varlıkla ve kendimizle olan ilişkimizle şekillenir. Felsefede bu sorular, epistemoloji, ontoloji ve etik gibi büyük alanlarda ele alınır. Bu bağlamda, toplumları ve insanları derinden etkileyen yasalar da, çoğu zaman bu derin insanlık halleriyle çatışır. Kimi zaman, bu yasalar insan doğasına uyar, bazen de birer engel haline gelir.
Türk Medeni Kanunu’nun 229. maddesi, kısaca “eşe karşı işlenen cinsel suçlar”la ilgili bir düzenleme sunar ve birçok açıdan oldukça düşündürücüdür. Bu yasa maddesi, hukukun toplumsal yapıyı düzenleyen bir araç olmasının ötesine geçerek, etik, bilgi kuramı (epistemoloji) ve varlık anlayışı (ontoloji) açısından da ele alınması gereken bir meseleye dönüşür. Hukukun işleyişi, her ne kadar toplumsal düzeni sağlamayı amaçlasa da, bireysel gerçeklikler ve etik ikilemlerle ne kadar uyumludur?
Bu yazı, TMK 229 maddesinin felsefi bir analizini sunarken, etik, epistemolojik ve ontolojik açıdan derinlemesine bir inceleme yapmayı hedefleyecek. Bu bağlamda, hukukla insan doğası arasındaki ilişkiyi tartışmaya açacağız.
TMK 229 Maddesi ve Etik İkilemler: Ahlak, Hukuk ve Bireysel Sorumluluk
Etik, bireylerin ve toplumların doğruyu ve yanlışı nasıl belirlediğiyle ilgili bir alan olarak, hukuk ve bireysel eylemler arasında derin bir bağlantıya sahiptir. TMK 229, eşe karşı işlenen cinsel suçlarla ilgili düzenlemeleri içerdiğinden, burada etik açıdan tartışılması gereken birkaç temel soru ortaya çıkar: Cinsel şiddet, yalnızca yasalarla mı kontrol edilebilir, yoksa toplumsal ahlakın başka ölçütlerine mi ihtiyaç vardır?
Bu bağlamda, kantçı etik bir bakış açısıyla, bireysel hakların ihlali ve insan onurunun zedelenmesi üzerinden bir değerlendirme yapılabilir. Immanuel Kant’a göre, her insan, kendisini bir amaç olarak görmek zorundadır ve başkalarına yönelik herhangi bir eylem, onların amaçlarına zarar vermemelidir. TMK 229 maddesi, cinsel şiddetin hukuken cezalandırılmasına yönelik bir düzenleme getirirken, aynı zamanda Kant’ın “ikinci kategori” ilkesini de göz önüne alır: İnsan onuru ve rızası, her şeyin önündedir. Ancak, cinsel şiddet mağduru bir kişinin bu onuru nasıl tekrar kazanabilir? Hukuk bu onuru koruyabilir mi, yoksa toplumsal yapılar mı daha etkin bir rol oynar?
Faydacılık açısından bakıldığında, toplumsal huzur ve bireylerin güvenliği sağlanmak için bu tür suçların cezalandırılması gerektiği savunulabilir. Jeremy Bentham ve John Stuart Mill’in faydacı görüşü, her bireyin daha büyük mutluluğu amaçlayan eylemlerin savunulması gerektiğini öne sürer. Ancak burada sorulması gereken temel soru, bu suçların cezalandırılmasının toplumsal adalet anlayışına katkı sağlayıp sağlamadığıdır. Cezaların, suçluyu rehabilite etmesi mi yoksa sadece cezalandırması mı bekleniyor? TMK 229 maddesi, suçların cezalandırılmasında hangi etik temellere dayanır?
Epistemolojik Perspektif: Gerçeklik, Bilgi ve Hukuki Tanımlar
Epistemoloji, bilginin ne olduğunu, nasıl elde edildiğini ve hangi temele dayandığını sorgular. TMK 229 maddesinde, cinsel suçlarla ilgili “suçlu” ya da “suçlu değil” değerlendirmeleri yapılırken, burada karşımıza çıkan epistemolojik sorunlar da önemlidir. Gerçeklik ve bilgi arasındaki ilişkiyi düşünmek, cinsel suçlarla ilgili suçluluk ve suçsuzluk kararlarının nasıl verildiğini anlamak açısından elzemdir.
Bir olayın doğru bir şekilde anlaşılması ve kararın doğru verilmesi, yalnızca kanıtlarla değil, aynı zamanda bilgiye ulaşma biçimimizle de ilgilidir. Hukukta, “doğru” bilgiye dayalı kararlar verilmesi beklenir; ancak, mağdurun yaşadığı travmalar, bazen hukuki süreçlerde bilgiye ulaşmayı zorlaştırır. Michel Foucault’nun “bilgi ve güç” ilişkisini ele aldığı görüşleri, burada çok önemli bir perspektif sunar. Foucault, bilginin iktidar ilişkilerinin bir aracı olarak nasıl şekillendiğini savunur. Cinsel suçlarla ilgili davalarda, suçlu ve mağdur arasındaki bilgi ilişkisi, güç dengesizliğini nasıl yansıtır?
Bu bağlamda, pozitivist epistemoloji de önemli bir noktaya işaret eder. Pozitivist bir bakış açısına göre, bilimsel veriler ve somut kanıtlar dışında hiçbir şey dikkate alınmamalıdır. Ancak, mağdurun psikolojik durumu, bazen fiziksel kanıtlarla açıklanamayacak kadar karmaşık olabilir. Bu, epistemolojik olarak “gerçek” ile “kanıt” arasındaki ilişkinin ne kadar esnek olduğunu sorgulatır.
Ontolojik Bakış: Hukuk ve İnsan Varlığı
Ontoloji, varlık anlayışını ve varlıkların ne şekilde var olduklarını sorgulayan bir felsefe dalıdır. TMK 229, insan varlığının en temel yönlerinden birini, yani bireyin bedenini ve onun mahremiyetini koruma amacını taşır. Cinsel suçlar, doğrudan bir insanın varlığını ihlal eder, çünkü fiziksel bir müdahale ile kişinin bedenine zarar verilir.
Ancak ontolojik açıdan bakıldığında, bedenin korunması yalnızca bir hukuki mesele midir? Varlık ve özgürlük, toplumsal yapılar içinde her birey için ne kadar eşittir? Hegel, toplumun birey üzerinde kurduğu denetimi ve devletin rolünü, özgürlük ve adaletle ilişkilendirir. Hegel’e göre, özgürlük ancak devletin adalet sağlama gücüyle mümkün olabilir. Fakat bu anlayış, pratikte ne kadar işlevseldir? İnsanlar, devletin sağladığı adaletle ne kadar özgürdürler? Ve en önemlisi, bu özgürlük ve adalet, her bireye eşit mi dağıtılmaktadır?
Ontolojik olarak, bedenin korunması, sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve ruhsal anlamda da önemlidir. Cinsel suçların etkisi, bireyin varlık anlayışını değiştirebilir; kişisel kimlik, travmalarla şekillenir. Bu noktada, ontolojik bir sorgulama yapılabilir: Bedenin özgürlüğü, hukuki normlarla gerçekten korunabilir mi, yoksa daha geniş bir toplumsal dönüşüm mü gereklidir?
Sonuç: Hukuk, Etik, Epistemoloji ve Ontoloji Arasında Denge
TMK 229 maddesi, hukuk ve insan varlığı arasındaki derin ilişkiyi anlamamıza yardımcı olurken, etik, epistemoloji ve ontoloji gibi felsefi perspektiflerden nasıl bir bakış açısı geliştirebileceğimizi de gösteriyor. Hukuk, toplumsal düzenin sağlanmasında elbette önemli bir araçtır, ancak insanlık, etik değerler, doğru bilgi ve varlık anlayışıyla iç içe geçer. Her suç, sadece hukuki bir mesele değil, aynı zamanda insan onuru ve toplumun nasıl bir değer sistemine sahip olduğu üzerine bir sorgulama gerektirir.
Peki, hukuk insanı ve toplumu ne kadar adil bir şekilde temsil edebilir? Adalet ve özgürlük, yalnızca yasalarla mı sağlanmalıdır, yoksa bu süreç, daha derin etik ve ontolojik dönüşümler mi gerektirir? Her birimizin cevabı, toplumsal adaletin ve insanlık anlayışının ne kadar derinlikli olabileceğini şekillendirir.